28 Ocak 2020 Salı

Önüm Arkam Sobe....

Önüm ve arkam,
Sağım ve solum,
Dünüm ve bugünüm,
Benliğim ve hiçliğim,
Sobeledim sizi.
Siz,
Ki, 
Benim dediniz
Gönül bağımı ezdiniz
İşte o an 
yakayı ele verdiniz.
Son bir nefesim varken
Sobeledim sizi... 

4 Eylül 2015 Cuma

SAHİPSİZ

sahipsiz,
ve kimsesiz kalmışsa
yalınayak
kumda bir başına
ufacık bedeniyle
tutunamadan hayata
hayal kuramadan
aşık olamadan
ah!
bir söyleseydi bize
ölmeden önce son dileğini.
belki bir dondurma
veya atlı karınca!
...
Ölümü öldüremiyorsak madem
acıyı bölüşelim.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

BİR ARKADAŞIN MEKTUBUNA DAİR-1

Kıymetli Arkadaşım;

Yazdığın mektubu okudum. Söylenecek çok söz olabilir. Aslına bakarsan bu yazıyı yazma konusunda da dört aydır düşünüyorum. Zannetme ki "okundu ve bitti". Her yazı bir uyarı ve belki de bir uyanıştır insan için.

Seninle bugüne kadar birçok konuyu tartıştık. Hatırlarsın ortaokul bahçesinde sinema filmlerinden kitaplara kadar volta atarak çok konuştuk. Zaman yetmezdi bize. sırf daha çok konuşalım diye dönüş yolunu uzatırdık. Özlemedim dersem o günlere nankörlük etmiş olurum. Ben o günlerin de yardımıyla "ben" oldum.

Birçok konu dedim ya, itikadi konular bunlar içinde çok az yer tutar. (benim hatırladığım kadarı ile)
Tabiyki benim düşüncemde ve itikadımda olmanı isterim/isterdim. Ama bunun için sana söyleyecek sözüm hem çoktu hem de yoktu. Benim inancıma göre bu yolculukta her birey kendi haritasını belirler. bu çerçevede sana bir müdahalem olamazdı ve de olmadıda. Nitekim Yüce Yaradan Kur'an ı Keriminde mealen "Gerçek şu ki sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir. O hidayete erecek olanları daha iyi bilendir (Kasas suresi, ayet 56)." buyurur. Dinde zorlama yoktur. 

Yazımın başında da dedim ya söylenecek çok söz olabilir. Bu sebeple yazımın başlığına 1 ekini koydum. Bakarsın birgün 2 sini de yazma azmi olur bende. 

Bugün sadece bir iki konuyu ele almaya çalışacağım müsade edersen.

Öncelikle biraz önbilgi vermeme izinver. Biliyorsundur muhakkak ama tekrardan zarar gelmez. Kur'an ı tefsirde iki temel usul vardır. Bunları kabaca kelam ekolü ve hadis ekolü olarak sınıflandırabiliriz.(ben bir üçüncü olarak tasavvufi ekolü de eklemeyi uygun görüyorum.) Yazında bahsettiğin   mutezile ile maturudi/eşari  işte bu kelam ekolünün en ileri boyutları olarak sayılır. %100 kelamı bir uç %100 hadisi diğer uç kabul eden bir hat çizersek mutezile %100 kelam ucunda sonra maturudi sonra eşari sonra hadis ekolü olarak soralayabiliriz. 

Esasen hangi ekol olursa olsun ortak paydaları Kur'an ı kerimin doğruluğu üzerinedir. Aralarında yorumlama farkları vardır.

Örneğin;
 Bir kelamcı senin "mektup"unu okumuş olsaydı şu tespitleri yapmadan duramazdı;
"1. Bu yazının başlığı mektuptur. Ancak mektup iki kişi arasında kişisel bir yazışma olmak zorunda olduğundan bu yazı bir mektup değildir
2. " Çocukluk arkadaşıma" hitabı geçmişe ait olup devam etmeyen bir eylemi gösterir. Aynen "Çocukluk aşkım" da olduğu gibi yaşanmış ve bitmiştir. Eğer bu yazılan bir mektup ise yazan ile okuyan çocukluk çağında arkadaştılar ama mektubun yazıldığı an  için bu arkadaşlık bağı mevcut değildir.  

İşte % 100 kelam ekolünü dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.

Mutezile ekolüne kendini daha yakın hissettiğini belirtmişsin yazında. Halbuki benim tanıdığım arkadaşım daha hoşgörülü ve kucaklayıcı bir ekolü tercih ederdi. Mutezile ekol olarak sadece kendinden olmayanı değil kendinden olanı da ötekileştirmeyi başarmış bir ekoldür. Bu sebepten de halk içinde yaygınlaşmamıştır. 

Mutezile ile ehli sünnet arasında çok fark vardır. Ama bunlardan en önemlilerinden biri "günahkar insanın konumu" diğeri ise "kendi ekolüne karşı olan insanların durumu" üzerine değerlendirmelerdir. 

Mutezileye göre  günahkar insanın imanı eksiktir. Kabaca söylemek gerekirse "amel ile iman arasında bağ kurar" mutezile. Bu sebeple günahkar insanın cennete giremeyeceğini ama içindeki iman sebebiyle de hepten cehennemlik olmadığını söyler. Bu sebeple de "el menzile beyne'l-menzileteyn" derler. Yani cennet ve cehennem arasında bir yer.

İkinci olarak da kendi ekolü dışındakilerin imanını sahih saymazlar ve geçersiz görürler.

Buna karşılık İmam-ı Azamın (ve dolayısı ile maturudi'nin) görüleri ise tam ters istikamettedir. 

Öncelikle iman-amel ilişkisini reddeder. Ve imanın kalbi bir eylem olduğunu günah işlemekle imanın ortadan kalkmadığını ve eksilmediğini söyler imamı azam.

Kendi gibi düşünmeyenlerin durumuna gelince, bu noktada sözü kendisine bırakayım (tam olarak benim de yaklaşımım budur.) ( Alim vel muallim kitabından alıntıdır. Okumanı  tavsiye ederim)


"Talebe:Fakat acaba, sizin kâfir olduğunuz hususunda, şahitlik eden bir kimse hakkında, sizin şehâdetiniz nedir? Bunu açıklayınız. 
Âlim (r. a.): Benim şehâdetim, onun yalancı olduğu yönündedir. Bundan dolayı onu, kâfir değil, yalancı olarak isimlendiririm. Zîra haram iki türlüdür: Allah'a karşı işlenen haram, kullara karşı işlenen haram. Allah'a karşı işlenen haram, şirk koşmak, tekzip etmek ve küfürdür. Allah'ın kullarına karşı işlenen haram ise, kullar arasında cereyan eden haksızlıklardır. Allah ve Resulünü yalanlayan kimsenin, beni yalanlayan kimse gibi olması gerekmez. Çünkü Allah ve Resulünü yalanlayan kimsenin günahı, bütün insanları yalanlamasından dolayı kazanacağı günahtan daha büyüktür. Benim kâfir olduğuma şehâdet eden kimse bana göre yalancıdır. Onun benim hakkımda yalan söylemesi, benim de onun hakkında yalan söylememi helâl kılmaz. Zîra Allah "Bir kavme düşmanlığınız, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Âdil davranın, çünkü adalet takvaya en yakın olandır."(el-Maide,8) buyurmaktadır. 

Talebe: Bu iyi bir hususiyet. Fakat kendisinin kâfir olduğuna şehâdet eden kimse için ne dersiniz?
 Âlim (r. a.): Onun kendisi hakkında söylemiş olduğu yalanın, tahkik edilmesinin benim için gerekli olmadığını söylerim. Çünkü o, kendisinin eşek olduğunu söylese, benim doğrudur, demem icabetmez. Fakat Allah ile bir ilgisi olmadığını belirtir veya "Ben Allah ve Resulüne iman etmiyorum" derse, kendisinin mü'min olduğunu söylese de ben onu kâfir diye isimlendiririm. Keza Allah'ın birliğini kabul eden ve Allah katından gelen her şeye îman eden kimse, kendisi için kâfir dese bile, ben ona mü'min derim. 

Talebe: O kimsenin kendisi için ifade ettiğinden daha güzelini söylediğinizi görüyorum. Siz bu iyiliğe daha çok lâyıksınız. Fakat o kimse bana "senin dininle veya kulluk ettiğinle bir ilgim yoktur" derse durumu ne olur?
 Âlim (r. a.): Bana böyle söylerse acele etmem ve o kimseye "Allah'ın dini ile mi, yoksa Allah ile mi ilgin yoktur?" diye sorarım. Bu iki sözden birini söylerse ona kâfir ve müşrik derim. Fakat "Ben Allah'tan ve Allah'ın dininden ilgimi kesmiyorum, fakat senin dinin ile ilgimi kesiyorum. Çünkü senin dinin, Allah'ı inkârdır, senin taptığından ilgimi kesiyorum, zîra sen şeytana tapıyorsun." derse ona kâfir demem, çünkü o, beni tekzip etmektedir."

Bugünlük bukadak yeterli sözü uzatmaya gerek yok zannımca. 

İnşaallah devamı yazılarda görüşmek ümidiyle...


3 Mayıs 2014 Cumartesi

Bir çivi hikayesi...

Şu dünyanın,
Alnının tam çatına 
paslı bir çivi çakmak...

Ama illaki paslı,
pis ve yakıcı.
Canını yakmalı,
hem öyle yakmalı ki
içindeki tüm kötülüğü
bir irin gibi akıtmalı.
sonra,
boğmalı kendine tapanları
kendi zevk çığlıklarıyla...
dedim ya,
illaki paslı olmalı...
sökülse bile yerinden,
izi bile yetmeli...
illaki paslı olmalı...
ki hiç bir iz kalmasada 
tetanoz etmeli 
içten ve derinden...

2 Şubat 2014 Pazar

YALNIZLIK DEMİŞİZ ZAMANINDA....


yalnızlık;
bazı gece
sol yanıma yatıp
sessiz çığlığını duymak karanlığın,
bazı günler
yol ortasında
uluorta hemde
kopmak varlığımdan
ve yokluğumla buluşmak.
kötü şey yalnızlık.
an gelir
evet bir an gelir,
ve gider ansızın
sonsuz kervanına karanlıkların.

sıkılmadan olmaz....

İç sıkıntısı....

 
sarı bir sanrı sanki
aklımdan uçup giden anılarım.
illa ki ve de inadına ki
hatırlamalıyım...
kuş sesli sabahlarını
çocukluğumun,
içimi eriten ateşi ile
ilk gençliğimin,
soğuktan titreyen
kar taneleri altında
dünümün...
beni
benliğimi
ve sesimin
ahenksiz ama benim olan
şarkısını
unutmamak için...




bu gün artık yazmanın zamanıdır dedim.
başladım...